Pazartesi, Ekim 31, 2022

Ekim 2022'de Okuduğum Kitaplar




Annie Ernaux'a Nobel kazandırdık. Bunun şerefine ben de Seneler'i ikinci kez okudum. Tekrar okurken de etkisinden bir şey yitirmeyen, her okunduğunda farklı detayların yakalanabileceği bir kitap olduğu bariz olan, hâlâ son zamanlarda okuduğum en değerli metin. “Artık asla olmayacağımız zamandan bir şey kurtarmak.” Bloga veya sosyal medyaya yazdığımız her şey de biraz bunun için değil mi an'ı yaşamakla çetele tutmanın ötesinde. Fotoğraflardan yola çıkıp kendi yaşamını sorguladığı anlarda daha çok sızı hissettim yazarın diğer kitaplarını okuduktan sonra. 20.yüzyıl tarihinin sosyal, siyasi, teknolojik gelişmelerinin kişisel hayatlarımızla iç içeliğinin kaçınılmazlığını en iyi gözler önüne seren yazarlardan biri Annie Ernaux.


Seneler'i ikinci kez okumamın dışında, Ernaux'un Boş Dolaplar'ını da okudum bu ay. Anlatı ve içerik olarak Annie Ernaux'un Seneler romanına en yakın kitabı bence. Çocukluğundan ergenliğine, kırsaldaki bakkala sığamayan ruhundan okul hayatında kendini ispatlama çabalarına, ergenlikteki romansa ve cinselliğe açıkça bakışına, üniversiteden kürtajına uzanan dönemine otobiyografik bir anlatı okuyoruz yine. Detaylarıyla beni büyüledi. Taşra sıkıntısından ergen buhranlarına iç sıkan yerleri de yok değil fakat nesnelerle ilişkimiz, dönemin yaşam tarzı, siyasi iklimine hafiften dokundurmalar ve kürtaj deneyiminden kısaca bahsedişiyle her zamanki açıksözlü, gözlemci, keskin tavrını korumuş. Seneler'e sağlam bir hazırlık olarak da okunabilir. Ernaux deneysellikle klasik hikayeciliği çok iyi bütünleştirdiği için başarılı en çok. Kişisel olarak da şimdiye kadar okuduklarıma bakarak Ernaux'u en çok bu yüzden sevdim, seviyorum.

Natalia Ginzburg Aile Sözlüğü'nde ailesini kendisini arka plana yerleştirerek anlatmış. En çok anne babasını, sonra kardeşlerini, bazen de hayatlarına giren insanları, arkadaşlarını, komşularını anlatıyor, onların hayatlarına ayna tutuyor. Diyaloglar, hepsinin birbirinden farklı alışkanlıkları, sevdikleri ve sevmedikleri kendine özgü. Bunu yaparken de geçtiği dönemi, faşizmi, burjuva adetlerini, dönemin komünist ideallerini, yerinden yurdundan edilen insanların geçmişini de vurguluyor ama hiçbiri bu anı kitabının tam olarak odak noktası olmuyor aslında. Dağınık anlatımlı görünüyor Aile Sözlüğü, isimler ve olayların akış sırası dikkat gerektiriyor; öte yandan da, herkesin kendi ailesinden bir şeyler bulabileceği, herkesin ben de kendi ailemi bu şekilde yazabilirim diyebileceği bir anlatı kurmuş. Hikayeye bir girip bir çıkan diğer kişilerden bahsetme şeklinde Bolano'nun Vahşi Hafiyeler'indeki tarzından izler bulmak mümkün. Kendi ilişkilerine, duygularına dair çok az yazmış Ginzburg. Laf lafı açar gibi anlatıyor ailesiyle ilgili anılarını, aklına geldiği şekilde yazmışçasına. Kitap bitince Alejandro Zambra'nın Okumamak'taki Ginzburg'a dair yazısını tekrar okudum. Aile Sözlüğü Zambra kadar vazgeçilmezim olmadı fakat yazara ve bu kitaba dair yazdıklarına katılıyorum.

İdeal Defter ayın sürpriziydi çünkü bu kadar sevmeyi beklemiyordum. Brenda Lozano'nun kitabını bir kadının sırf aşkının yarattığı boşluğu doldurma günlüğü gibi görmek çok eksik olacaktır. Gündelik hayatın detaylarla nasıl önem kazandığı, gerçeklikle idealler ve hayaller arasındaki uçurum, aramızdaki her türlü mesafeye dair günlük biçiminde yazılmış bir incelikler kitabı. Deneme ve anılar okumak gibi bir yandan da. Bir kadının içsel tutkusunu abartmadan güzel yansıtmış. Bir yandan da, günlük formatının açtığı ufukları iyi kullanarak günlük hayattan siyasete birçok konudan bahsetmiş yazar. Tekrarlanan cümlelerin bazıları hâlâ zihnimde yankılanıyor. Tekrar tekrar dönülesi bir kitap oldu benim için.

Fleur Jaeggy'nin öykülerinin bazıları zamansız tınlayan, bazıları burjuvazinin sonunu çağrıştıran, bazıları ise savaş öncesi ve savaş dönemlerinin tekinsizliğini vurgulayan mahiyette. Kısa cümlelerine ters oranda keskin ve yoğun anlatımı olan öyküleri sevenleri etkileyecektir. Rahatsız edici, mesafeli ve ürkütücü anlar çok kitaptaki birçok öyküde. Haliyle kendi adıma okuduktan sonra donup kaldığım hikayeler çok oldu. Disiplinli Güzel Günler kadar olmasa da sevdim XX'in Erkek Kardeşiyim'i.
"Şimşek gibi çakan bir an vardır, gelir, yaralar ve gider. Ve soygunun aurası kalır geriye." Yazarın öykülerinin etkisi de bu cümledeki gibi. Kitapta sevdiğim öyküler: XX'in Erkek Kardeşiyim, Negde, Soyunun Son Üyesi, Agnes, Mirasçı, Meçhul Bir Kadının Portresi, Siyah Dantel Vualet, Adelaide, Tropik Ülkeler, Adlar, Kedi.

Gianfranco Calligarich'in Kentte Son Yaz'ı okura şahane bir Roma turu yaptırıyor. Yabancılaşmadan muzdarip, tutunamayanlardan bir heteroseksüel erkek karakter romanı. Le Feu Follet'in İtalyan muadili gibi gördüm kitabı bitirdikten sonra. Onun kadar etkileyici bulduğumu söyleyemeyeceğim gerçi, kısmen bu tür karakterlerden sıkıldığımdan, kısmen de romanda ana karakterin hayatına bir giren bir çıkan diğer karakterlerin bence yüzeysel kalmasından. Üslubu güzel, çeviri akıcı hiç değilse.

Ayın son kitabı Irene Nemirovsky'nin Fransızcadan İngilizceye çevirisinden okuduğum Suite Française. Yazar Naziler tarafından öldürülmeden önce yazmış kitabı. Almanya'nın 2.Dünya Savaşındaki Fransa işgali sonrası sıradan insanların savaştan, göçlerden, kayıplardan nasıl etkilendiğini anlatıyor. Günlük hayata dair detayları, sınıfsal ayrımları, savaşın anlamsızlığını gösteren küçük görünen fakat anlamı büyük incelikleri, dönemin şehir hayatıyla kırsal yaşamı arasındaki farkları güzel anlatıyor. Çok karakterli, gerçekçi bir roman. Yer yer sıkıcı ilerlemese daha çok severdim. 

Özetle ayın bir numaralı yıldızı Annie Ernaux, iki numaralı yıldızı Brenda Lozano. Ayın hayal kırıklığı Kentte Son Yaz oldu benim için. Sizin favorileriniz ve hayal kırıklıklarınız hangileri bu ay?

Hiç yorum yok: