Perşembe, Temmuz 31, 2025

Temmuz 2025-Okuma ve Seyir Güncesi

 ---KİTAPLAR---


Kitaplar açısından yılın en iyi ayını geçirmiş olabilirim şu ana kadar. Temmuz sıcağına rağmen çoğunu sevdiğim kitaplar okuyabildiğime memnunum. Sırasıyla ayın özeti:

Humphrey Carpenter Tolkien biyografisinde, yazarın iç dünyasına çok gir(e)meden genel olarak yaşamının izlediği seyri, çocukluk ve ilk gençlik yıllarının olaylı ve krizli dönemlerinden sonra geleneksel, çalışkan, kılı kırk yaran ve mesafeli bir olgunluk içeren yaşamının sonraki dönemlerini ve elbette Hobbit, Silmarillion ve Yüzüklerin Efendisi'nin ortaya çıkış ve geliştirilme anlarını kaleme almış. Tolkien'in 10 kadar dil öğrenmesinin edebi yanına etkisinin yadsınmaması gerektiğini bir kez daha görüyoruz bu biyografi aracılığıyla. Orta Dünya karakterlerinin ilham kaynaklarını okumak tebessüm ettirdi. Diğer detaylar bu yazımda

R.F.Kuang'ın tipik bestseller kıvamındaki Sarı Yüz'ünden önceki yazılarımdan birinde bahsetmiştim. Yayıncılık dünyası kadar sosyal medya ve iptal kültürüyle de dalga geçmesi eğlenceliydi. Edebi dil arayanların değil, eğlenmek isteyenlerin durağı olabilir. Yazarın Babil romanını daha çok sevmiştim. 

Mohamed Mbougar Sarr'ın İnsanların En Gizli Hatırası kadar dehşetengiz kurgusuna ve oyuncaklı yapısına sahip olmayan, daha düz bir kurgu izleyen, tema olarak da daha yıkıcı romanı Safi İnsan Onlar. Homofobiye, özgürlüğe, din faşizmine karşı yüreğim daralarak okudum.

Andrea Abreu'nun Yaz Köpekleri ile Karayipler'e yolculuk yaptım. Detaylarıyla kah eğlendiren kah iğrendirebilen, kız çocuklarının büyüme sürecinin genelde görmezden gelinen yanlarını vurgulayan, çocukluk ve ilk gençlik arkadaşlığında öne çıkan tarafla geride kalan tarafı hikayeleyen, finaliyle donup kaldığım, akıcılığına kapılıp gittiğim bir roman. Sempatiyle okunuyor. Ferrante sevenler buna da baksın derim.

Cecile Pin'in Gezgin Ruhlar'ı yıllara yayılan Vietnamlı sığınmacı öyküsü. Aralarda da, erkek kardeşin hayaletinin bakış açısını, Thatcher'ın göçmen politikasıyla günümüz arasındaki paralellikleri, Amerikan askerlerinin sorgulamadan yaptıkları kıyımı okuyoruz. Biraz da, Anh gibi güçlü bir kadın karakteri bize tanıştırdığı için minnettarım kitaba. En çok da, ajitasyok yapmadan sığınmacı hikayesi anlatabilmesine.

Hernan Diaz'ın bayıldığım Güven romanından daha önceki yazımda bahsettim. Yılın en iyilerinden, sırf kapitalizm eleştirisiyle değil, toplumsal cinsiyet eleştirisiyle de şapka çıkartan, kurgusu beni benden alan o "kurmacanın sınırlarını genişleten" nadide örneklerden. 

Deborah Levy'nin Eve Yüzerken'indeki karakterlerin ikilemleri yavaş yavaş açığa çıkıyor. Bir nevi arthouse filmi tadı var kurgusunda ve satır aralarında. Finali beklemediğim şekilde bitti ve bundan memnunum. Levy okuru edebiyata ortak eden, talepkar bir yazar. Kitaba bayılmadım ama Kitty'nin araftaymışçasına bocaladığı anlara ve kitabın diğer eleştirel yanlarına tanık olduğuma memnunum. 

Mariana Enriquez'de boş yok. Kasvetli İnsanlar İçin Güneşli Bir Yer, önceki öyküleri gibi toplumsal gerçeklerle, toplumsal cinsiyetle ve sistemin aksayan yönleriyle tekinsiz atmosferi ve korku öğelerini birleştiren öykülere sahip. Hiçbir doğaüstü unsurun eril şiddet kadar korkunç olmadığını yüzümüze vuruyor. Bir miyomun body horrorvari ürkütücü bir öğeye dönüştüğü öyküden lanetli kasabalarda geçen öykülere, hem türe getirdiği bakış açısı hem sosyal gerçekleri vurgulaması muazzam. Rahatsız edici öğeleri kesinlikle sırf okuru şok edeyim diye yazmıyor. Alttan alta yayılan çığlığı, umutsuzluğu, kaçışı ve tekinsizliği çok iyi kullanıyor, kör gözüm parmağıma bir tavrı yok. Ne yazsa okurum diyebilirim artık. 

Jan Neruda'nın Eski Prag Öyküleri tekinsiz 1800'ler atmosferinden ironi dolu 5 öyküyü içeriyor. Ayın güzel sürprizlerinden oldu bu ince kitap. Dili ve hikayeciliği ekonomik kullanan öyküleri çok severim. Prag'a tekrar yolculuk etmiş kadar oldum bahaneyle. 

---SİNEMA---


Bu ay sinema açısından verimli geçmedi ama izlediğim az ve öz filmden memnunum. Araya da birkaç slasher serisi rewatchu, 80'ler Mickey Rourke'unun Ira ve kilise arasında kalan tetikçilikten bıkmış kaybeden karakteri canlandırdığı A Prayer for the Dying, Fransızların olur olmaz her şeyin içine seks kattıkları bıktırıcı örneklerinden L'ete Dernier, İzlanda'dan kayıplarla aldatmayı sorgulatan orta karar Runar Runarsson yenisi When the Light Breaks girdi. Asıl favorilerim aşağıda:  


Martin 

Vampirlik mi, akıl hastalığı mı? George A.Romero seyirciyi muallakta bırakırken ikircikli ve gerilimli sahnelerle vampir türüne yeni bir bakış açısı getirmiş. Sorunlu beyaz genç adamların tüm sorunlu yanlarına rağmen yüceltildiği bir dünyayı da sorgulatıyor. Korkutmaktan ziyade inançların tutuculuğuna yöneltmiş bakış açısını Romero ve çok iyi bir psikolojik gerilim ve karakter dramı çıkmış ortaya. 


HyperNormalisation

Post truth çağında gerçeğe ne gerek var ki. Emperyalist batının, özellikle ABD'nin, Orta Doğu planlarını gözler önüne seriyor Adam Curtis'in belgeseli. Haberlerle, teknoloji çağıyla, internetin yayılımıyla gerçeğin manipüle edilişinin zirve yaptığı günümüze ışık tutuyor. ABD eleştirisi büyük ölçüde Cumhuriyetçi Parti liderleri ve başkanları ekseninde olmasaydı keşke. Bazı eksiklikleri var, yer yer de bizim ulusalcıların Amerika eleştirilerini andırıyor ister istemez fakat sorgulattıkları mühim yine de. Orta Doğu politikaları belgeseli parselleyen tema olmuş. İşin teknoloji boyutunu biraz daha öne çıkarmasını isterdim. Zira sınırların olmadığı, dünyanın her yerinden herkesin istediğini paylaştığı ve bilgi alışverişi yaptığı özgür bir mecradan şirketlerin manipüle ettiği bir sosyal medya çağına dönüşen internet dünyasına dair söylenebilecek ve tartışılabilecek daha çok şey var. 


Marshmallow

80'lerden çocuk ve gençlik kampı korkusunun finalinde yaptığını beğendim şahsen. Senaryodaki twistler rastgele seçilmemiş. 80'ler nostaljisinden ibaret kalmadı böylece film kendi adıma. Gerilimi de gayet dozundaydı. Korku-gerilim filmlerinde geçmişin tekrarından çok yeni bir şeyler katabilenler, atmosfere önem verenler, illa ödümüzü patlatsın diye jump scare kovalamayanlar ve sosyolojik alt metin içerenler öne çıkıyor benim için. Marshmallow da fena sayılmazdı. 



Fata Morgana

Werner Herzog'un tarifi zor bilim kurgu ve varoluş temaları içeren filmi şiirsel sinema sevenler için bulunmaz nimet. Sahra Çölünde çekilen bu kendine özgü film sömürgeciliğe karşı metniyle düşündürüyor. Cave of the Forgotten Dreams'den daha soyut bir anlatımı var. Herzog otobiyografisinde en radikal filmim diye nitelemiş Fata Morgana'yı. Katılmamak elde değil. Tek seferde özümsemesi zor. Felsefi yanına sonradan tekrar dönmek isabet olur. Mayaların yaratılış mitiyle insanın varlığına anlam arıyor, uygarlıkla ilkellik arasındaki ince çizgi üzerinde yürüyor. Çöl atmosferi halüsinatif etki yaratıyor izleyende. Yaşam bir ilüzyondur ne de olsa. 

---DİZİLER---

Angel 5.Sezon-Final

Angel'ın 5.sezonunun hem fantastik bir evrende geçen bir diziden beklenecek şekilde baş döndürücü ve dolu dolu bir final sezonu gibi olması hem de aslında final sezonu olarak çekilmemesi ve kanalın zamanında diziyi iptal etmesi enteresan. Artık kötücül, gizemli, manipülatif ve Iluminativari Wolfram&Hart şirketinin başına geçen ekibe Spike'ın da katılması sezonun en önemli, büyük ve güzel gelişmesiydi. Spike sezona müthiş bir dinamizm katmış beklendiği gibi. Şirketle ilgili gerçekler açığa çıkarken yeni gizemlerin de ortaya çıkışı bu tür dizilerin alamet-i farikası tabii. Sezonun ortalarında Fred'in başına gelenler kalbimi kırdı ama maalesef. Finalde mantıklı bir yere bağlamaları beni mutlu etse de yarım kalmış bir hikaye söz konusu. Sonuç olarak, Buffyverse'ü özleyeceğim. İleride gerek Buffy The Vampire Slayer'a gerek Angel'a tekrar zaman ayırmak isterim. Dizilerin tekrar tekrar izlenmesi şenliğine yakışacak bir evren. Sonradan gelen benzer türdeki birçok diziye ilham kaynağı olmaları da kaçınılmazmış. 


Rivals

 Rivals Taggie ve Lizzie hariç birtakım nefretlik karakter arasındaki entrikalar gibi işleniyor. 80'lerin Thatcher İngiltere'sindeki ikiyüzlü muhafazakarlığı yerden yere vuran bir dizi. Politik doğruculuktan çok uzak bir dönemde geçen dizide TV dünyasının işleyişi, basın manipülasyonu ve kirli ilişkiler konu ediliyor. İlişkiler açısından da kaos az değil. David Tennant ve Aidan Turner'ın başı çektiği kadroda Kaherine Parkinson'ın yeri ayrı diyebilirim. It Crowd'ı anımsıyorum ister istemez kendisini görünce. İlk sezonu kritik bir noktada bitirilmiş. 2.sezonu beklemek için nedenlerden biri de bu işte.

2 yorum:

buraneros dedi ki...

Bu yıl Sera daha çok yazıyor ne mutlu, verdiğin aralar üslubuna alışkın okur için ne zor geçen bir zamandı. Gerçi bu sene ben de kendi okur yazarlığımın epeyi gerisinde kalmıştım, bir kaç aydır yorum yazmaya bile gitmiyordu parmaklarım. Yani okumak keyifliydi günceni:)

Sera dedi ki...

Düzenli yazmak iyi geldi. Çok teşekkür ederim. Hep var ol. İyi ki varsın. :)